Sayfalar

31 Aralık 2008 Çarşamba

Bir Kez Gönül Yıktın ise

Bir kez gönül yiktinisa
Bu kildigin namaz degil
Yetmis iki millet dahi
Elin yüzün yumaz degil

Bir gönülü yaptin ise
Er etegin tuttun ise
Bir kez hayir ettin ise
Binde bir ise az degil

Yol odur ki dogru vara
Göz odur ki Hak'ki göre
Er odur alçakta dura
Yüceden bakan göz degil

Erden sana nazar ola
Için disin pür nur ola
Beli kurtulmustan ola
Sol kisi kim gammaz degil

Yunus bu sözleri çatar
Sanki bali yaga katar
Halka matahlarin satar
Yükü gevherdir tuz degil

Yunus Emre

27 Aralık 2008 Cumartesi

Aşkın Aldı Benden Beni

Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar oldurur
Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur
Bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem
Mecnun olup dağa düşem
Sensin dünü gün endişem
Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler
Külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni

Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene Ver anları
Bana seni gerek seni

Yunus'dürür benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni


Yunus Emre |

GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ

Ben yürürüm yana yana
Aşk boyadı beni kana
Ne âkilem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi

Gâh eserim yeller gibi
Gâh tozarım yollar gibi
Gâh akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi

Akar suların çağlarım
Dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anuban ağlarım
Gel gör beni aşk neyledi

Ya elim al kaldır beni
Ya vaslına erdir beni
Çok ağlattın güldür beni
Gel gör beni aşk neyledi

Ben yürürüm ilden ile
Şeyh anarım dilden dile
Gurbette halim kim bile
Gel gör beni aşk neyledi

Mecnun oluban yürürüm
Ol yâri düşte görürüm
Uyanıp melûl olurum
Gel gör beni aşk neyledi

Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost elinde avareyim
Gel gör beni aşk neyledi

YUNUS EMRE

23 Aralık 2008 Salı

SENDE HERKES GİBİSİN

Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Nazım Hikmet RAN

4 Aralık 2008 Perşembe

RUŞANİ'DEN

Dünya'da kimsesiz hiç kimse yok, herkesin bir kimsesi var.Bir tek ben kimsesiz kaldım,yetiş ey Kimsesizler Kimsesi.
Ruşani

29 Kasım 2008 Cumartesi

HER NASILSA YALNIZSIN

Her nasılsa yalnızsın
Bir giz gibi deliyor yüreğini
can sıkıntılarının burgusu
ve hep bir şeyler eksik gibi
bir şeyler bekler gibisin

Yeni bozgunlar
yeni yenilgiler peşindesin
Bir bozkır kuraklığına dönmüş için
Oysa yalnız bir öpüştür
gurbeti türkülere dönüştüren

Çoktandır su vermedin
çiçeklere ve yüreğinin çeliğine
Zaman terkisine almış da öpücükleri
koşuyor sessizliğin ve yalnızlığın
iyotlu kıyılarına

Bir yol ayrımı ki yanlışla doğru
hüzünlerle sevinçler kolkola
Sen ki ey kalbim
yanlışları ve hüzünleri taşıdın
bunca zaman

Taşıyamaz yüreğinin batık sandalı
bu yalnızlığı,bu can sıkıntılarını
Yaşam gelincikler gibi beklerken seni
gecenin kapısını çalma
ey kalbim

Ahmet

24 Kasım 2008 Pazartesi

Babil'de Ölüm, İstanbul'da Aşk

Ref oldu hicâb-ı şâhid-i râz
Aşk oldu melâmet ile demsâz
Fuzuli

Yani ‘sır gelinin duvağı açılınca aşk ile kınanmışlık birbiriyle aynı dilden konuştu’ demeye getiriyor.Burada şairin ‘sır gelinin duvağı dediği şey, İştar mabedi’nin kayıp şifresidir bence.Bunu açmak için ‘aşk’ ile ‘kınanmışlık’ sözcüklerinin birbiriyle ilişkisini bilmemiz gerekiyor.Ben âşık oldum, biliyorum insanların kınayışlarını.Hiç bir din yasaklamamış aşkı, hiçbir bilge yahut öğreti de.Ama biz kendimize yasaklamışız nedense.Hıristiyanlık tarihi aşkın yüz karasıyla çalkalandı asırlarca,âşık oldu diye engizisyonlarda yargıladı insanları,içlerindeki şeytandan arındırmak için ruhlarını yaktı.Müslümanlarda ayıp saydılar aşkı ve hâlâ ayıplıyorlar aşıkları.Onlar için varsa yoksa mecazi aşk.İki kalbin ,haydin diyelim iki bedenin birbirini sevmesinde ne kötülük olabilir sence?En akılları hep mecaz aşkı,hep Yaratıcı’ya olan aşkı övdüler yüzyıllarca.Şairleri de zaman zaman buna çanak tuttular üstelik.Şimdi İstanbul’da aşktan bahseden herkes minareyi çalmışçasına mistik bir kılıf hazırlıyor.Aşka medhiyeler düzenleyen şairler alkışlanırken,bizzat aşık olanlar ayıplanıyor.İşte bu yüzden aşk ile melâmet (kınanmışlık) eski bir şark töresidir.Buna göre aşık, önce aklından kurtulmalı ve gönlünü ön plana çıkarmalıdır.Akıl henüz insana hükmederken aşkta yücelmenin yolları kapalı durur.Çünkü akıl insana dünya ilğilerini,sevgili dışındaki varlıklarla ilişkileri ve onları önemsemeyi telkin eder.Oysa âşık Sevgiliden başka en ufak bir şeyi önemsediği zaman gerçek aşka eremez.Sûfiler bu yüzden önce nefislerini öldürürler,âşıklarda akıllarını.Aklın ve nefsin ölmesi için de âşığın ayıplanması gerekir.Çünkü insan egosuna en ağır gelen şey kınanmaktır.Melamiler sırf bu yüzden, egolarından kurtulmak için kınanmayı isterler.İnsanların onları kınayacak biçim de davranmaları da, kınayacak giysileriyle dolaşmaları da bu yüzdendir.İnsanlar onları kınayarak kendilerinden uzaklaştırıp çevrelerinden kovdukça onlar yalnızlıklarını Allah ile paylaşırlar,yani seven gerçek Sevgili’ye yönelir.Tıpkı bunun gibi Âşıklarda aşka yeteneği bulunmayanlar tarafından kınanırlar.Âşıkların akıl dışı hareket yapmaları,âşk yüzünden çılgına dönmeleri, akıllarıyla değil de Duygularıyla hareket etmeleri,tavırlarındaki değişim vs. insanlar tarafından kınanmalarına yol açar.Tıpkı bu öyküdeki Kays (mecnun) gibi.Hani Leylâ’ya aşık olunca deliriyor ya! O delirince halk onu dışlıyor da,hani oda çöllere kaçıp gidiyor, bir dağ delisi gibi yaşıyor ya! Onu ayıpladıkları için Leylâ’yı vermiyorlar ya hani !..İşte böyle bir şey melâmet.Kınanarak yüksek derecelere ermek .Öyle ki, Kays da (mecnun’da) delirerek yüce makamlara erişti.Onunkisi öyle bir delilik idi ki, binlerce akla bedel gösterildi.’’
İskender PALA’nın Babil’de ölüm, İstanbul’da aşk adlı romanından alıntıdır

13 Kasım 2008 Perşembe

FUZULİ

Mecnun ile ben, soyutlanmışlık yolunun kervanıyız.Yolkesiciler kervanımıza saldırıp da tekilliğimizi bozmasınlar diye bazen o, bazen de ben,sıra ile dünyanın aşk nöbetini tutuyoruz


Aşk ile öyle sarhoş olmuşum ki artık bilmiyorum dünya nedir? Ve bilmiyorum, ben kimim;bana bu içkiyi suna da kim;içki ve kadehte nedir?

FUZULİ

16 Ekim 2008 Perşembe

BÜYÜK ŞAİRE SELAM OLSUN

YALNIZLIĞIM

Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım,
Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir.
Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir,
Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım

Güneşim aydan sarı, yarınım dünden zorsa,
Sarsın artık ömrümü tunç kandillerin isi
Üşüyen ellerimden tutmalıydı birisi,
Eğer benim gözlerim onları görmüyorsa.

Bir camın arkasında açılıyor güllerim,
Havuzum pırıl pırıl... yıkar bakışlarımı.
İşler temiz ziyalar suya nakışlarımı;
Ruhumun dünyasından eser tahayyüllerim

Rüya rüzgarlarında bir yaprak yalnızlığım
Düşüncem bir neydir ki ürperir perde perde
Belki bu mısralarım esecek gönüllerde
Fakat herkese uzak kalacak,yalnızlığım.

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

12 Ekim 2008 Pazar

DELİKANLI

Dinler isen sana bir şey söyleyim
Gönüllüye gönül ver delikanlı
Gönülsüz olanın gitme peşinden
Sana olmadığını der delikanlı

Gönülsüz gövdeye elin uzatma
Aman sakın böyle bir hata yapma
Zorbalık eyleyip yanlışa sapma
Biraz kendine gel, dur delikanlı

Yare yar olmadın kendini tanı
O zaman bilirsin canı,cananı
Tanı gönlümde yatan aslanı
Ona saygıyınan var delikanlı

Sevda ateeştende betermiş derler
Hasreti burnunda tütermiş derler
Her gönülde bir aslan yatarmış derler
Gönüldeki aslan yar delikanlı

Tepeden bakarak konuşma boşa
Dengesiz sevgiler gider mi boşa
Engin ol,aslanın gönlünü okşa
Eğer yaralıysa sar delikanlı

Garibim zorunan gönül alınmaz
Gönülsüz gönüle sahip olunmaz
Kıskançlık deliliktir, çare bulunmaz
Bunu bir bilene sor delikanlı

Neşet ERTAŞ

8 Ekim 2008 Çarşamba

YALAN DÜNYA

Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın
Bende gülmedim yalan dünyada
Sen beni gönlünce mutlumu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım boş yere kandım
Rengi gönlümde solan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Bilirim sevdiğim kusurun yoğdu
Sana karşı benim hayalim çoğdu
Felek bulut oldu üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada

Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada

Neşet ERTAŞ

9 Eylül 2008 Salı

YÜREK

Şimdi yazacaklarım size bir bilim kurgu öyküsü gibi gelebilir. Ama gerçek: Sonny Graham’ın kalp yetmezliği vardı. Kendisine sadece 6 ay ömür biçiliyordu.
Nakil için kalp bekliyordu.
1995 yılında bir gün “Uygun kalp bulundu” müjdesi geldi.
Terry Cottle adlı bir Amerikalı, kafasına kurşun sıkarak intihar etmişti.
Graham hemen ameliyata girdi ve kalbi değiştirildi. Sonradan, kendisini hayata döndüren adamı merak etti.
Terry Cottle’ın dul kalan eşi Cheryl’e mektup yazıp tanışmak istediğini bildirdi.
Buluştular.
Graham, kalbini taşıdığı adamın kalbinde sakladığı kadınla tanışınca ona bir yakınlık hissetti.
Bu yakınlaşma kısa zamanda aşka dönüştü.
Yürekler birbirini tanımıştı.
Evlendiler.
Buraya kadar mucizevi bir aşk hikâyesine benziyor.
Ama bundan sonrası kâbusa dönüşüyor:
Çünkü Sonny Graham geçen ay, kafasına sıktığı bir kurşunla intihar etti.
Ve geride ciddi bir kuşku bıraktı:
“Acaba nakledilen organ, nakledildiği bedene eski sahibinin kişiliğini de taşıyor mu”ydu?
* * *
Bazıları “Ne alakası var? Kadın öyle cadıymış ki, kalbine girdiği herkesi intihara sürüklemiş” diyebilir.
Ama birkaç yıl önce okuduğum “Kalbin Kitabı”nda (Louisa Young, Dharma, 2004) farklı şeyler yazıyordu:
1992’de Avusturyalı araştırmacılar “Kalbi değişen insanın, kişiliği de değişir mi?” sorusunu kalp nakli ameliyatı olan hastalara sordular.
Deneklerin yüzde 79’u buna gülüp geçti.
Ama öbürleri, “Kalp, her şeyi değiştiriyor” dedi.
Sakin bir adam birden araba yarışlarına merak sarmıştı.
Bir zencinin kalbini alan ırkçı beyaz, önyargılarından arınmıştı.
Bir kadının kalbini taşıyan adam, cinsel tepkilerinin değişmesinden korkuyordu.
Bir başkası, “Kalbim beni dinlemiyor” diye sızlanıyordu.
Rivayete bakılırsa, cinayete kurban giden bir kızın kalbini taşıyan kadın, ameliyattan sonra karabasanlar görmeye başlamış, sonra kâbuslarındaki adamı polise tarif edip kalbini taşıdığı kızın katilini yakalatmıştı.
* * *
Kalbin sadece “mükemmel bir pompa”dan ibaret olduğuna inananlar için organlara ruh atfetmek saçmalık...
Peki ama niye herkeste aynı pompa olduğu halde bazılarına “kalpsiz” bazılarına “yürekli” diyoruz?
Neden bazı kalpler daha çok sevgi pompalıyor, bazısı daha çok nefret?..
Tamam, genetik miras var; yaşam deneyimleri var, iklimden coğrafyaya, beslenmeden eğitime dek pek çok faktör kişiliği şekillendiriyor, ama acaba tüm bunlar kalpte mi depolanıyor?
Kalp nakledilince beyni kopyalanan bir bilgisayar gibi insanın tüm duygusal birikimi de bir başka bedene aktarılmış mı oluyor?
Örneğin, sevgi, şefkat, vicdan da kalple birlikte beden değiştiriyor mu?
* * *
Yoksa nakledilmiş kalpteki değişikliğin nedeni başka mı?
Vücudun kendisine yabancı nesneleri, bazen bir diş dolgusunu ya da farklı kan dokusunu reddettiğini biliyoruz; acaba kalp de, yeni girdiği göğüs kafesinde kendini tutsak hissedip yeni sahibiyle dalaşıyor mu?
Yaşayabilmek başka bir insanın ölümünü beklemek, yürekte içten içe bir suçluluk duygusuna mı yol açıyor?
Acaba birine kalbini vermek, onu bambaşka bir insan mı yapıyor?
Aşkta öyle olmuyor mu?


Can DÜNDAR
08.09.2008 Milliyet gazetesindeki yazısından

26 Ağustos 2008 Salı

GERÇEK YÜZ

Kızgın demirler gezinirken,
Çıplak vücudum alev alev,
Gecenin karanlığında, ölüm yanıbaşımda.
Hayatımdan kayan yıldızlar,
Gömüldü maziye birer birer.
Sen, ışığının aydınlatmadığı karanlık bahçelerde,
Kendi ölçülerinle yargılarken insanları,
Çekilen acıların gerçekliğini,
Bilmiyorsun demektir.
Vicdanımı damla damla lekeleyen
Gözyaşlarımdan kurtarırken yaşamım,
İçimi karartan kara bulutlara,
Aldırmıyorum.
Acılar büyütmediyse senin yüreğini...

Yasemin Gürtürk

ELLERİMDE BİR GÖZTAŞI

Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu
Şaştım, mavi bir fal gibi açılınca önümde
Giritli bir ölümüm varmış, bir balıkçı fitil gibi
Patlayacakmış avucunda otuz çubuklu gençliğim
Üç günde mi desem, üç gökte, üç kulaçta mi
Ben ki, o camgöbeği çiçekler açan ağaç
Kırılmaz bardaklar gibi tuzla buz olacakmış
Ne zaman boğulsam böyle yosun kokuyordu ışık
Sabahçı kahvelerde bir çiroz ötüyordu
Ve dalgalarımı geçen o deniz şoförleri
Böyle uyur düşlere bindirmiş gemiler
Uyuklar gibi üstünde mermer masaların
Bir tahta parçasıydım, osmanlı bir kazadan kalmış
Yüzüyordum, islam kaptanın ahşap ayağında
Öbür tahtalara öbür insanlara doğru
Cumhurdu mürekkep balığı, simsiyah yüzüyordum
Ne bileyim, bir korkunun böyle destan olduğunu
Ağardım, nişanlayınca gece ve yavrulayan yalnızlık
Ya da ilk insanın doğdugu, öldüğü dağdi Moby Dick
Nefes aldıkça filbahriler köpürüyordu sulardan
çanlar çalıyor kulaklarımda, yunuslar yarışıyordu
Alyuvarlar, dolkuşları ve rüzgar midyeleri
Dedim, dünya gibi bulut yok dünya üstünde
Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir türkünün böyle Veysel olduğunu
Açıldım, çıkmaz bir sokak gibi, kapanınca denizde.

CAN YÜCEL

17 Ağustos 2008 Pazar

BEKLEYENLER İÇİN

Bir ayak sesi duymayayım
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir sarı saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Her şey bana seni hatırlatıyor
Gökyüzüne baksam
Gözlerinin binlercesini görürüm
Bir rüzgar değse yüzüme
Ellerini düşünmeden edemem
Yaktığım bütün sigaraların dumanları sana benzer
Tadı senden gelir
Yediğim yemişlerin
İçtiğim içkilerin
Ve içimdeki bu dayanılmaz sıkıntı
Bu emsalsiz hüzün
Seni beklediğim içindir

Resmine bakamaz oldum
Uykulardan korkuyorum artık
Utanıyorum odamdaki bütün eşyalardan
Şu sedir hala gelip oturmanı bekliyor
Şu ayna karşısında güzelliğini seyretmeni
Şu kadeh dudaklarına değebilmek için duruyor masada

Ve şu saat geldiğin anda
Durabilir sevincinden
Zaman çıldırabilir
Çünkü benim dünyamda
Ölümsüzlük, seni sevmek demektir.

Bir çocuk doğmayı bekler
Bir ağır hasta ölmeyi
Bitkiler yağmur ve güneşi bekler
Yalnız bir kadın sevilmeyi
Ve düşün ki bir adam
İçinde bütün bekleyenlerin korkusu ve ümidi
Seni bekler
Asılmayı bekleyen bir idam mahkumu gibi

Sen gelinceye kadar
Pencerem kapalı duracak
Rüzgar gelmesin diye
Artık perdeleri açmayacağım
Gün ışığı girmesin diye
Sonra kahrolacağım
Bu karanlıkta, bu derin yalnızlıkta
Ve günlerce gecelerce haykıracağım
Nerdesin diye, nerdesin diye

Bir gün bu kapıdan sen gireceksin
Biliyorum
Ergeç bu bekleyişin bir sonu gelecek
Yıllarca sonra
Öldüğüm gün bile gelsen
Bütün bu bekleyişlerimi ve öldüğümü unutup
Çocuklar gibi sevineceğim
Kalkıp sarılacağım ellerine
Uzun uzun ağlayacağım


Ümit Yaşar OĞUZCAN

BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip fazıl KISAKÜREK

25 Haziran 2008 Çarşamba

HİS

Konuşmak için yalnız dudaklar mı kıpırdamalı,
Dudaklar kıpırdamadan gözler konuşamaz mı?
Duymak için mutlaka kulak mı olmalı?
Kalpler bütün hisleri duyamaz mı?
Yasemin Gürtürk

BİR GÜN KAPINA GELSEM

Bir karanlık geliyor yokluğunun ardından
Ne zaman güneş batsa bu son gecem diyorum
Vazgeç yalan dünyanın köhne saltanatından
Yetişir bunca keder, bunca elem diyorum

Her şey sağır içimde ne şiir ne musiki
Dünyadan bezginliğim dünyalar kadar eski
Öylesine çözülmüş, öyle dağılmışım ki
Bu ne bitmez ayrılık bu ne özlem diyorum

Beni çağırdığını bir defa duyabilsem
Avuçlarımda ateş, yorgun gözlerimde nem
Aşarak denizleri bir gün kapına gelsem
Başımı duvarlara vurup ölsem diyorum

Ümit Yaşar OĞUZCAN

BENİ UNUTMA

Bir gün gelir de unuturmuş insan
En sevdiği hatıraları bile
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurduğu zaman
Beni unutma
Çünkü ben her gece o saatlerde
Seni yaşar ve seni düşünürüm
Hayal içinde perişan yürürüm
Sen de karanlığın sustuğu yerde
Beni unutma
O saatlerde serpilir gülüşün
Bir avuç su gibi içime, ey yar
Senin de başında o çılgın rüzgar
Deli deli esiverirse bir gün
Beni unutma
Ben ayağımda çarık, elimde asa
Senin için şu yollara düşmüşüm
Senelerce sonra sana dönüşüm
Bir mahşer gününe de rastlasa
Beni unutma
Hala duruyorsa yeşil elbisen
Onu bir gün benim için giy
Saksıdaki pembe karanfilde çiğ
Ve bahçende yorgun bir kuş görürsen
Beni unutma
Büyük acılara tutuştuğum gün
Çok uzaklarda da olsan yine gel
Bu ölürcesine sevdiğine gel
Ne olur Tanrıya kavuştuğum gün
Beni unutma..

Ümit yaşar OGUZCAN

21 Mayıs 2008 Çarşamba

Kitap tanıtım


33 KURŞUN

Araştırmacı yazar Saygı Öztürk son kitabı 33 kurşun ile 1993 yılında pkk'lı .... ler tarafından şehit edilen silahsız 33 askerimizi anlatıyor.O gece orada neler yaşandı?Önceden yol kesileceği istibaratı varmıydı?Toplanma yerinden birliklerine giden askerlere neden koruma verilmedi?Yaralı kurtulan gazilerimizin o gece ile ilğili anlattıkları.
Çanakkale şehitleri kadar şanlı olan bu 33 askerimize ve hala bu topraklar için şehit olan Mehmetciğimize Allah'tan rahmet dileriz.pkk'lı .... ler bilsinler ki!Bu ülkede istiklal marşı kolay yazılmadı.Biz o istiklal marşını yazanların torunlarıyız.Mehmet Akif Ersoy'un dediği gibi;
''Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak''

1 Mayıs 2008 Perşembe

Anafilya Türkçe Edebiyat dergisi

Bizden küçük bir hikaye, okumak isteyenler aşağıdaki köprüden ulaşabilirler.Mayıs sayısı 39.yazı derdünya adlı hikaye

http://www.anafilya.org

25 Nisan 2008 Cuma

GÖNÜL SANA NASİHATIM

Gönül sana nasihatim
Çağrılmazsan varma gönül
Seni sevmezse bir güzel
Bağlanıp da durma gönül

Ne gezersin Şam'ı Şark'ı
Yok mu sende hiç bir korku
Terkedersin evi barkı
Beni boşa yorma gönül.

Yorulursun gitme yaya,
Hükmedersin güne aya,
Aşk denilen bir deryaya
Çıkamazsın girme gönül.

Ben kocadım sen genceldin,
Başa bela nerden geldin
Kahi indin kah yükseldin
Şimdi oldun turna gönül.

Bazı zengin bazı züğürt,
Bazı usta bazı sakird
Bazı koyun bazı aç kurt
Her irenkten derme gönül

Veysel gönülden ayrılmaz,
Kahi bilir kahi bilmez,
Yalan dünya yarsız olmaz,
İster saçı sırma gönül.

Aşık VEYSAL

DUS'LE GERCEK ARASINDA

Durup durup seninle karsilasiyorum her yerde
Karsima cikiyorsun her kosebasinda sen
Kimi gun parklarda, kimi gun sokaklarda, caddelerde
Gozgoze geliyoruz, saatlerce bir sey soylemeden.

Hic degismemis diyorum icimden, ne guzel
Iste yine o! Yine mahzun, yine dalgin, yine urkek
Hadi gel diyor dudaklari.----Ozledim, hadi gel
Biliyorum oysa; uzatsam ellerimi, gidecek.

Bu bir aldanis mi? Yoksa var olus mu yeniden
Soyle bir son mu? Bir baslangic mi? Bir donus mu?
Ne oldu o guzelim zamanlara ansizin ucup giden?

Hadi uyandir beni, soyle; gordugum zamansiz bir dus mu?
Hadi git, uzaklas, yokluguna inandir beni gercekten
Yoruldum, her buldugum yerde seni kaybetmekten

UMIT YASAR OĞUZCAN

9 Nisan 2008 Çarşamba

UYGUR TÜRKLERİ VE BURHANİLİK

’Burhanilik’’,Budizm’in 2500 yıl önceden beri gelmiş Uygur Türkçesi’ndeki adıdır.’’Burhan’’ veya ‘’Buda’’ ise aydınlanmış,hatta ‘’ermiş’’kişi demek.
Budizm Kuzey Hindistan’da çıkıp, ama 500 yıl sonra yok olurken,Hindistan’dan daha kuzeye,Türkistan’a geçti.Ve işte Uygur Türkleri onu Türk adet ve yaşayış tarzına uyarladılar ve geliştirdiler.’’Mahayana Budizm’’/Burhanilik böylece doğdu.Uygur Türkleri dünyanın her tarafına dervişlerini göndererek Burhaniliği Çin’e oradan Kore’ye ve Japonya’ya kadar yaymışlardır.Orta Asya’da Arap istilası sırasında da Burhaniliğimiz ‘’tasavvuf’’kılıfına bürünerek İslam medeniyeti içinde varlığını devam ettirebilmiş ve böylelikle tüm Anadolu ve Avrasya’daki Türklerin pek çoğuna,hatta Balkanlara kadar dervişler aracılığıyla yayılmıştır.
Türkiye’de milleti cahil bırakıp bırakıp diyiyorlar ki,Türkler at üstünde,göçebe olarak Anadolu’ya gelmişler.Bu kadar mantıksız bir kuyruklu yalan olamaz.Aklı başında birileri de bu yalanla şöyle alay ediyorlardı:’’Hayret,Türkler öyle büyük bir dil öğretme yeteneğine sahiplermiş ki ,geldikleri yerde milyonlarca insanı Türkçe konuşur yapmışlardır(!).Hah,hah.’’
Sibirya’dan kutuplardaki Eskimolar dahil,Baltık denizine kadar Türkler onbinlerce yıl boyunca Avrasya’da oldukları gibi (bugün de o coğrafyada varlar),İki Amerika kıtasını da 30 bin yıldır yurt tutmuşlardır.Otuz bin,on dört bin ve en son dalga on iki bin yıl önce Bering boğazından Amerika’ya geçen Kuzey Doğu Asyalı Türkler,Kuzey Amerika’da 500 milleti (Irkcı vahşi Avrupalı beyazlar geldiklerinde onların topuna birden ‘’Kızılderili’’dediler).Orta Amerika’da Mayalar ve Aztekleri,Güney Amerika’da İnkaları oluşturdular.(son yirmi beş yılda yapılan kazılarla,Amerikalı bilim adamları tarafından defalarca ‘’Kızılderili’lerin Türklerle akraba oldukları ispatlanmıştır,dilleri de Türkçe ile akrabadır).
Görülüyor ki, çok büyük bir coğrafyada yaşamış ve yaşayan Türkler çok çeşitlidir.Her iklime ve coğrafya’ya kendilerini uyarlamışlardır.Kuzey kutbunda Eskimo oldular,zaten başka türlü yaşayamazlardı.Orta Amerika gibi sıcak iklimlerde ona göre adetler geliştirerek hayat sürmüşlerdir.Bugün bile Türklerin,Sibirya’daki Yakutlar gibi göçebesi vardı,ama büyük kısmı dünya’daki ilk bilim merkezlerini,ilk sulama tesislerini kuran,dünyaya kaç kez medeniyeti öğreten Uygur Türkleri gibi atalarımızdır.Sonraki Türk devletlerimiz önce İslam dünyası’na sonra Batı’ya o muhteşem Uygur medeniyetini taşıdılar.Selçuk,Osmanlı kültürü de onun uzantısıdır.Uygur Türkleri kardeşlerimizin şu andaki zor durumlarında onlara her türlü manevi desteği uluslararası hukuk ve siyaset gereklerine uyarak vermeliyiz.
Oktay SİNANOĞLU

Oktay Sinanoğlu'nun ''İlerisi İçin''adlı kitabından alıntıdır.

25 Mart 2008 Salı

GECE YILDIZIM

Karanlıklarda bir kadın silueti.
Otobüsün camına dayamış başını,
Düşünceli bakışlar uzaklara.
Hızla geçiyor şehrin ışıkları,
Ateşböcekleri gibi yanıp sönüyor.

Bir yıldız gülümsüyor uzaklarda.
Umutla bakıyor kadın sen diye.
Gecenin zifiri karanlığı,
kaybolan yıllar.

Mutlaka bir yerlerde kesişecekse yollar,
Sen bir yıldız olarak geceleri aydınlatan,
Ben deniz kıyısında yakamoz.
Denizin sesi şarkımızı söylüyor,
Duyuyorum.

Boğazıma düğümleniyor sözleri,
Son damla düşerken gözlerimden.
Tenime değen sam yeli,
Yüreğimi titretiyor.

Aşk bazen vazgeçebilmekmiş demek ki.
Sen uzaklarda yanan gece yıldızı,
Yatağımın başucunda yanan mum,
Radyoda çalan yine o şarkı..

''Ben seni unutmak için sevmedim''
Yasemin Gürtürk

AŞKIN ESİRİ/MİYİM

Günahkar oldum,
sevginin beyaz çiçeklerinde.
Kan damlası yüreğim,
Çektiğim acılar,
Siyah gecelerde.

Aşk,
Tek bir çiçek, su isteyen.
Adı konmamış bir hikaye,
Belki söylenmemiş şarkı,
Okunmamış bir kitapda aşk.

Boğazımda kuruluk,
Gözümden akan yaş,
Denizde çırpınan martı.
Değer/miydi uğruna ölmek,
Aşk.

Yasemin GÜRTÜRK

18 Mart 2008 Salı

2 Mart 2008 Pazar

KİTAP TANITIM



OKTAY SİNANOĞLU'NUN YENİ KİTABI - İLERİSİ İÇİN

Türkiye’nin temel sorunlarını bir bilim adamı gözüyle tespit ederek çözümler üreten dünyaca ünlü memleket aşığı Sayın Sinanoğlu kimya, fizik, matematik, moleküler biyoloji dallarında teorileriyle uğraşırken bir yandan da gide gele 40 yıldır memleket meselelerine kafa yormayı çözümler üretmeyi bir vatan borcu bildi. Bilimde herkesin çözülemez dediği işi bıraktığı, pes edip vazgeçtiği yerde o devam etti ve başardı. Tarihin bu önemli dönemecinde de bizler için gerekli olan tavır da işte bu: Herkesin Türkiye’nin işi bitti, defteri dürüldü dediği zaman bile vazgeçmeden yola devam etmek.

Alıntıdır; www.sinanoglu.net

28 Şubat 2008 Perşembe

BİR YANIM YARIM




Sensizlik arkadaşım oldu.
Hep yarım kaldı bir tarafım.
Sanki kilometrelerce uzağımdasın,
Nerdesin benim yarım kalmışlığım?

Giden hayallerimin arkasından bakıyorum.
Yudumladığım şarap kadehinde arıyorum izlerini.
Bir nefes kadar yakınımdaysan eğer,
Dönsem geriye kavuşabilir miyim?

Zamanlarda arasam seni bulabilir miyim,
Bir öğle vaktiydi kayboluşun.
Bir dağın suskunluğu,
Başka şehrin çığlıkları.

Hangi yalnızlık bu.
Kan çanağı gözlerim
Bir çiçek yüreğimde,
Düşmeden kaldırıma yaprakları,
Gel, yarım kalmışlığım.

Yasemin Gürtürk
22/Şubat/2008

8 Şubat 2008 Cuma

HİÇLİĞE DAİR


Neyzen Tevfik Kolaylı
Eski yazıyla(Arab alfabesiyle) boynun da Hiç yazıyor.



Neyzen Tefik ve Ömer Hayyam'dan

Sadrazam Talat paşa,bir gün Neyzen Tevfik’e devlet dairelerinden birinde katiplik önerir.Neyzen Tevfik;
-Katip olacağım da ne olacak?
Diye sorar.
Teşekkür beklerken böyle bir soru ile karşılaşınca şaşıran Talat paşa ,memurluk katlarını alttan üste sıralar:
-Önce şu ,sonra bu…
Neyzen’in Hâlâ hoşnut olmadığını sezince de,Şöyle sürdürür:
-Daha sonra vekil,nazır,kim bilir belki de sadrazam…
Neyzen’in yanıtı yine bir soru olur:
-Ya sonra?
Talat Paşa ,bir an duraksar.’’sonrası’’patişahlıktır çünkü ister istemez :
Hiç! Der.
Bu yanıt karşısında güler ve şöyle der Neyzen Tevfik:
-Ben bugün de Hiç’im ! Sonu ‘’Hiç’’ olduktan sonra, onca zahmete ne gerek var?


Bak; cihandan ne kazancım oldu? Hiç
Şu geçen hayatım da elimde ne kaldı? Hiç
Ben meclislerin ışığı idim;fakat bir kez sönünce ne oldum? Hiç
Ben Cemlerin kadehi Didim,fakat kırıldım…Şimdi ne oldum ? Hiç!
Ömer Hayyam

1 Şubat 2008 Cuma

GÜLÜŞÜN EKLENİR KİMLİĞİME

GÜLÜŞÜN EKLENİR KİMLİĞİME

Gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de

Aykırı anlamlar arayıp durma
güz bitip sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur zaman her gece

Her gece yeni bir savaş baslar
acı ses olur, ses deli yağmur

Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim sokağı devriyeler basar
Bir de gülüşün eklenir kimliğime.

Ahmet TELLİ

EN UZUN MARATON

Yüz metrede beni herkes geçer
Dörtyüz metrede pekçokları
Geçer çoğu sekizyüz metrede
Ama ben bırakmam yarışı

Beni bin metrede geçersin
Ben yine koşarım
Onbin metrede öndesin
Koşarım ben yine
Yirmi kilometrede geçersin
Hep koşmaktayım

Otuz kilometrede
Kırk kilometrede de geçersin
Ben koşuyorum hâlâ
Ama ellinci
Yada altmışıncı kilometrede
Soluğun tükenip bir yerde
Dayanamaz düşersin

Bak koşuyorum hâlâ
Çünkü ben bir yaşam maratoncusuyum
Bu yüzden yaşamın en yalnızıyım
Bu sonsuz yarışın sonunda
Beni geçemezsin
Ölümün en büyük ödül olduğunu bilemezsin
Yine ben olurum ilk göğüsleyen ölümü

Aziz NESİN